9. yüzyılda başlayan ve Rönesans dönemine kadar devam eden ortaçağ döneminin en büyük özelliği çok sesliliğe geçiş olmuştu. Aslında o dönem için, eskiden beri tek sese alışmış kulakların başka başka seslerin belirli bir uyumla bir araya gelmeleriyle oluşan ses grubuna alışması hiç de kolay değildi. Bu tür müziğin kökeni Yunan ve Yahudi kültürüne dayanmaktaydı.
Çok eski dönemlerde Yunanlılar nota işareti olarak harfleri kullanırlardı. Ancak ortaçağ ile birlikte sesleri hecelere ayırmak ve her bir işareti de çizgilere oturtmakla birlikte ilk nota sistemi de kurulmaya başladı. İşte bu farklı seslerin kesin işaretlerle isimlendirilmesi, çok sesliliğin gelişimine büyük katkı sağladı.
Notaların nasıl bulunduğuna gelince:
"Saint Jean Kasidesi" nin latince olan ilk dizesindeki sözcüklerden ilk heceleri aldı.
UT-quent laxis ('UT' 17. yüzyılda Bononcini tarafından 'DO' olarak değiştirildi), RE-sonare fibris, Mİ-ra gestorum, FA-muli tourum, SOL-ve polluti, LA-birreatum......
Ortaçağ'da kilise dışında müzik, köylüleri ve soyluları eğlendirmek amacıyla cambazlık ve danslarla birlikte sanatçılar tarafından yapılırdı. Şövalyelik döneminin şövalye-bestecileri savaşa, yiğitliğe, aşka dair besteler yapıp söylemişlerdi.
Avrupa'da Ortaçağ Kilisesi, orgdan başka çalgıları "çok tanrılı dinlere" özgü sayarak yasaklamıştı. Kilise dışında da müzik, insan sesi kaynaklı düşünülmüş ve çalgı müziği düşünülmemişti. Ancak halk arasında üflemeli ve vurmalı çalgıların kullanıldığı görülmekteydi. Bu çalgılar Arap ve Türk kaynaklıydı. Tulumlu gayda, basit flütler, küçük el davulları, trampetler ve bunun gibi aletlerdi.
Rönesans'ın kelime anlamı “yeniden doğuş” demektir. Rönesans müziği dönemi, sıradan insan yaşamında müziğin tekrar değerlendirilmesi ve yeni düşüncelerin doğma dönemidir. Bu dönemde insanlar kendi yaşamlarını ve dünyayı kurarken yaptıkları heyecan verici keşifleri müziğe yansıttı.
Birçok insan tarih, bilim ve kültür öğrenmek için okula gidiyordu. İnsanlar kendi kültürlerini ve dünya tarihini çalışıyordu, sanatı geçmişte olmayan şekillerde değerlendiriyorlardı.
Rönesans'ın yaşam sevinci, dansları, danslar da çalgıları arttırdı. Bu dönemde yeni çalgılar icat edildiği gibi, eski çalgıların da sesleri büyütüldü ve zenginleştirildi; org, klavsen, lavta, arp, flüt, yan-flüt, kornet, trompet ve tabii ki viyola bu döneme damgalarını vurdular. Ritmi güçlendirmek amacıyla vurmalı çalgıların da bu gelişime katılmasıyla büyük davullar, ziller, üçgenler ve defler dönemin orkestralarındaki yerlerini aldılar. Ancak yine de Rönesans dönemi bestelerinin en belirgin özelliği, çalgıların aynı anda başlayıp aynı anda eseri bitirmeleri olarak anlatılabilir. Ses şiddeti hep aynı ayardadır.
Dönemin müzik anlayışının en büyük anahtarı, tek bir tel üzerindeki basit aralıkların gösterilmesiydi. Bu aralıkların anlamı en ilkel sayı ilişkileriyle yorumlanıyordu, bu da Tanrı'nın varlığına kanıt olarak gösteriliyordu. Bu nedenle Rönesans sanatçıları, müziksel orantıları diğer sanat alanlarında da kullanmışlardır.
Rönesans döneminde ilk kez yazılı müzik kullanılabilir hale geldi, insanlar bestecilerin eserlerini evlerinde ve kiliselerinde öğrendi. Enstrümantal ve dans müziği popülerdi. Müzisyenler kendi geçmişlerinden çok sanatları ile tanınmaya başladılar.
Rönesans dönemi ile birlikte çoksesliliğin ilk büyük eserleri de ortaya çıkmaya başladı. 16. yüzyılda artık din dışı eserlerde, şiirle müzik bir araya gelerek daha uzun soluklu besteler yapılmaya başlandı.
Rönesans, müziğin bütün kültür hayatında büyük önem taşıdığı bir çağ olmuştur. Çünkü bir erkeğin aydın olsun, sanatçı, bilgin ya da diplomat olsun müzik teorisini bilmesi ve pratiğini yapmış olması gerekiyordu. Bir saray adamının, bilgilerinin yanı sıra müzikçi olması ve çalgı çalması baş koşuldu. Başka bir ifadeyle müzik bambaşka bir değer ve anlam taşımaktaydı.
|